Alabildiğine bir telaş, alabildiğine bir hüzün kapladı yine hem içimi hem geceden kalan düşlerimi.
Eylülün gelişine mi sevineyim ? Yazın gidişine mi? Maviliklerin bitişine mi? Bir hasretlik bir hüzün bir buruk mutluluk eylül ile aramda olanlar. Yarım kalmışlık gibi bir şey. Tamamlanamayan oyun kağıtları gibi.
Bitirilemeyen bir resim, sonunu bağlayamadığım bir roman gibi.
Oysa ki romanların suçu yok. Ben ne yazarsam o hikaye oluyor, öykü oluyor, sen oluyor, ben oluyor yeni bir hayat oluyor ve ben her yazışımda biraz daha ben oluyorum. Dağlara çatıyorum, ovalarda uçsuz budaksız koşturuyorum. Kimsesiz sevdaların sahibi oluyorum düşlerimde geceleri kan revan sabahları eylül hüzünü ile uyanıyorum.
Ben sendeki gülüşümü seviyorum sende sakladığım gizli yanlarımı seviyorum. Ovaların düzlüğünde sıcak ekmeklerin yarılan buğusu gibi gizli kalan yanlarımı seviyorum. Sende sakladığım bir nilüferin hikayesini seviyorum.
Hayatımın 40 yaşını eylülün 20 sini baharın gelişini doğumum ile huzurumun buluştuğu mevsimin hükmünü sürüyorum yüreğimin en güzel limanlarında.
Geceleri senin ile terlemelerin yerlerini sabahın poyrazlarındaki kahve kokularına bırakıyorum bugünlerde benim bırakışımdan çok eylülün dayatması ile var olacak hükmü ile daha çok teslim oluşumuz.
Sabahların güneşten çok serçelerle gelmesine sevinen üstadların iç çekişlerinde ki şiirlerin ve dertli dertli nağmelerin seslerinden dökülen notaları ile geldi yeni hayat ve eylül.
Her nasıl geldi ise geldi. Bundan gayrısı gelişi ile değil yaşanması ile sevindirsin. Kim adına hüzün derse desin bundan gayrı eylülün bende ki adı huzur ve mutluluk.
Hoş geldin eylül, hoş geldin nilüferim, hoş geldin bitmeyecek hikayemin huzuru.