Ben çok sevdaların kapısından geçtim. Aşkların büyüsünde yandım. Özlemlerin bekçiliğini yaptım. Kendim olan her şeye sahip iken mutluluğun tek sebebinin dünyada meta olduğunu sandım ve aldandım. Ta ki seni tanıyıp içime dönüp kendimi keşfedene kadar.
Seni tanımak kadar güçlü ve huzurlu bir duygunun içine kendimi teslim ettim. Bir gece vakti çok dua ettim, çok şükrettim, kendim ile çok gurur duydum.
Seni tanımak hiçbir şeye benzemiyordu. Bir sakinlik, bir huzur, bir sessizlik ancak böyle yaşanabilirdi. Daha önce biriktirdiğim şiirlerden, yazdığım öykülerden, okuduğum kitaplardan çok farklıydın ya da ben sendeki farkı fark etmiştim. Bazı gecelerin kâbusu üstüme çökerdi ellerim titreyerek kendime bir kahveyi zor yapardım. Bir şiir kitabının ruhu dinlendiren satırlarına kendimi teslim edip her bir satırında kaybolup kendimi arındırana kadar akla karayı seçerdim. Bazı gecelerde ise sayfalarca kitap okur sayfalardaki cümleleri renkli kalemler ile boyar sonra sabahı bekler geceden okuyup kendimi arıttığım cümleleri birisi ile paylaşabilmek için çokça çaba sarf ederdim.
Devamını Oku
Kimi zaman ise hayatı sessize alıp saatlerce müziklerin o işveli nağmelerinin arasında kaybolurdum. Nereye gittiği belli olmayan yolların içinde yürürdüm, sonu nerde biteceği belli olmayan hayaller kurardım, kaybolduğum yollarda kendimi ancak müziklerin geçişlerinde çıkardığı değişik tonlardaki seslerin etkisi ile hatırlardım.
Sonra bir gece vakti yine uykusuzluk ve tedirginlik göz kapaklarımın kapısını çaldığında titreyen ellerim ile kendime kahve yapabildiğim ve o adına kimsesizlik dediğim köşeme çekildiğimde tanıştım senin ile.
Kapağının üzerinde Bir Nilüfer Hikayesi yazıyordu. Alt başlığında ise “saf, temiz ve ruhun arınmış hali ile hiç aşık oldunuz mu?” yazıyordu.
Ne yaptığımı çok da bilemeden acelece okuyup bir solukta bitirmek istediğim aşk hikâyesinin sayfalarını hızlı hızlı okuyup bitirmek istiyordum. Oysaki sen; sakin olmam için, sabırlı olmam için uzaklardan da olsa gözlerin ile uyarıyordun beni. ‘Zamana bırak üstat, zamana bırak kelimelerin sahibi, zamana bırak aşkın bestekârı’ der gibiydin. Ama benim zamana bırakacak gücüm yoktu.
Kahveden ilk yudumu aldığımda hem soluklandım hem de sakinleştim. En sonunda senin kollarında okumak istediğim hikayelere dokunmaya başladım. Senin sesinden dinlemek istediğim şiirleri sana teslim ettim. En sevdiğim nağmeli müzikleri sana armağan ettim ve senden kitabı bana okumanı istedim. İşte okumaya başladın;
“Bir Nilüfer hikayesi…
Genç adam şair yüreği ile çıkmıştı müstakbel sevdiğinin karşısına yüreğinden geçenleri diline getiriyor, kelimeleri yine sıraya diziyor ve aşka kurban ediyordu. Tüm cellatlar ve el alem bertaraf edilerek inceden inceye kadere inat bitmeyen hasrete, sönmeyen enerjiye teslim cümleler genç kızın ayaklarının altına serilmişti.”
Genç kız okumaya devam etti.
“Nilüfer çiçeği Lotus çiçeği soyundan gelir. Ruhun arınışı, sevginin saf ve temiz halidir. Kökleri çamurun içinde olmasına rağmen gövdesi suyun üzerinde hareketsiz halde bir kuğu gibi yüzen Nilüfer çiçeği. Lotus çiçeği soyundan gelir Hindu geleneğinde Ganj Nehri üzerinde inanışın yüreğinde bir sevdanın saf halde temizliği ve ruhun arınışıyla var oluşudur.” Diye bitirdi genç kız kitabın cümlelerini.
Kelimelerin sahibi uyuduğu kollardan uyandı ve gözlerin buluştuğu bir anda “var mısın?” dedi “bir Nilüfer hikâyesi yaşamaya” genç kız bu kez hiç düşünmedi “varım güzel kalplim” dedi “senin ile olan her şeye varım.”
Bir Nilüfer Hikayesini bir buse ile başlattı genç kız. Kitabı kapattı. Mumları yaktı. En güzel şiirlerin okunduğu nağmeli müzikleri açtı karanlığı getirdi bulundukları odaya saf, temiz ruhun arınmış hali ile Nilüfer çiçeği ile…